Sanal dünyanın armağanı bir fotoğraf… Tek bir kare, neler
düşündürür insana, inanılmaz… Fotoğraf, bu:
Kim bu kadın? Bilmiyorum.
Burası neresi? Bilmiyorum.
Kim çekmiş bu fotoğrafı? Bilmiyorum.
Ve ne önemi var?
Değil mi ki gördüğüm andan beri daldım içine ve gezinip
duruyorum, ne önemi var?
O kadın ben’im, o kapı da… o duvar da ben’im, o
boya kutusu da, fırça da…
Kapıyım ben, içeriyle dışarıyı ayıran.
Arada bir aralık dururum, bazen de ardına kadar açık.
Aradan sızanlar da olur, fütursuzca girip çıkanlar da… Merak edip içeriyi,
şöyle bir başını uzatanlar vardır zaman zaman; ya beğenip girmek isterler, ya
da beğenmez, gerisin geriye dönüp giderler.
Davet edilenler içinse her şey kolaydır. Kimi ikramdan hoşnut
olduğu sürece kalır, bir başka ve daha çekici bir davet alana kadar. Kimi ise girer ve artık baş köşedir yeri, kalır ölünceye kadar…
Ben o kapının yabancı gözlerden koruduğu iç dünya’yım.
Geçmişi lavanta kokulu sandıklarda saklayan, geleceği
umutla bekleyen. Ne fırtınalar yaşanır, ne sevinçler; ne hayal kırıklıklarına
karşı dirençle ne kahkahalar atılır, ben bilirim.
Kış günlerinde birazcık hava almak için açtığım pencereden giren
soğuk havaya bir tas tarhana çorbasının mis gibi kokusu ile karşı koyarım. Üşürüm,
tüylerim ürperir belki, ama çorbam sıcacıktır.
Acılarım vardır kıyımda köşemde, arada bir çıkartırım onları
sindikleri kuytulardan, tozlarını alır okşarım, teşekkür ederim öğrettiklerine. Sevinçlerimi
asarım-dizerim sağa sola, bakar bakar yeniden sevinirim. Durmadan çoğaltırım
onları, ufacık bahanelerle.
Aşk oturur soframın baş köşesinde; iki sandalyeden birinde
ben, öteki sahibini bekler.
Bir yandan rengârenk boyalar hazırlarım irili-ufaklı
kutular içinde, fırçalar yıkarım; kâh kendimi süslerim, kâh dünyayı…
Hem düzenli hem karmakarışığımdır, hem toz içinde hem
tertemiz…
Duvar’ım ben.
Ne kadar sağlam olsam da, bütün güvenilirliğim kapıya
bağlıdır. O açıldı mı bir kez, benim hükmüm kalmaz. Yine de hep dik dururum, o
kapı açılmadıkça beni kimse aşamaz. Ne içeri girebilir biri ya da bir şey, ne
dışarı kaçabilir.
Dışarısı’yım ben.
Bütün gücümle yükleniyorum bu kapıya. Olanca kötülüğümle, acımasızlığımla,
dertlerimle, sorunlarımla… ve olanca sağlığım, güzelliğim, iyiliğim, şaşırtmacalarımla.
Biliyorum ki varlığımın tüm anlamı o kapının ardındakilere bağlı, onlarınki de
bana.
Yani kilit de o kapıdır, anahtar da…
Ben, bu kadın’ım.
Bu kapı, bu duvar, içerideki ve dışarıdaki her şey, benimle
ilgili, bana ait. Ben de herkese ve her şeye, hepsine aitim. Birimiz olmadan diğerinin anlamı yok.
Otururum, bir elimde boya kutusu, bir elimde fırça, bu evrendeki
varlığımı resmederim duvarıma.
Küçük fırça darbeleriyle duvarı ve kapıyı, o duvarın ve
kapının gizlediği iç dünyamı ve dışarıda kalan herkesi-her şeyi süslerim.
Hepsinin görünen-görünmeyen ne güzellikler içerdiğini
anlatmak için.
Hepsinin olduklarından daha da güzel olabileceğini anlatmak
için.
Hepsini güzelleştirmeye bir boya kutusu ve bir fırçanın
yeteceğini göstermek için.
Yaşamın, biz ona nasıl bakarsak ve ne katarsak o olduğunu bir
kez daha, bir kez daha haykırmak için.
Ben. Bu kadın.
Ne kapımdan vazgeçerim, ne duvarımdan; ne boyamdan vazgeçerim, ne fırçamdan.
Ne kapımdan vazgeçerim, ne duvarımdan; ne boyamdan vazgeçerim, ne fırçamdan.