10 Ekim 2013 Perşembe

NE YAPIYOR BU KADIN?

Sanal dünyanın armağanı bir fotoğraf… Tek bir kare, neler düşündürür insana, inanılmaz… Fotoğraf, bu:


Kim bu kadın? Bilmiyorum.
Burası neresi? Bilmiyorum.
Kim çekmiş bu fotoğrafı? Bilmiyorum.
Ve ne önemi var?
Değil mi ki gördüğüm andan beri daldım içine ve gezinip duruyorum, ne önemi var?

O kadın ben’im, o kapı da… o duvar da ben’im, o boya kutusu da, fırça da…

Kapıyım ben, içeriyle dışarıyı ayıran.
Arada bir aralık dururum, bazen de ardına kadar açık. Aradan sızanlar da olur, fütursuzca girip çıkanlar da… Merak edip içeriyi, şöyle bir başını uzatanlar vardır zaman zaman; ya beğenip girmek isterler, ya da beğenmez, gerisin geriye dönüp giderler.
Davet edilenler içinse her şey kolaydır. Kimi ikramdan hoşnut olduğu sürece kalır, bir başka ve daha çekici bir davet alana kadar. Kimi ise girer ve artık baş köşedir yeri, kalır ölünceye kadar…

Ben o kapının yabancı gözlerden koruduğu iç dünya’yım.
Geçmişi lavanta kokulu sandıklarda saklayan, geleceği umutla bekleyen. Ne fırtınalar yaşanır, ne sevinçler; ne hayal kırıklıklarına karşı dirençle ne kahkahalar atılır, ben bilirim.
Kış günlerinde birazcık hava almak için açtığım pencereden giren soğuk havaya bir tas tarhana çorbasının mis gibi kokusu ile karşı koyarım. Üşürüm, tüylerim ürperir belki, ama çorbam sıcacıktır.
Acılarım vardır kıyımda köşemde, arada bir çıkartırım onları sindikleri kuytulardan, tozlarını alır okşarım, teşekkür ederim öğrettiklerine. Sevinçlerimi asarım-dizerim sağa sola, bakar bakar yeniden sevinirim. Durmadan çoğaltırım onları, ufacık bahanelerle.
Aşk oturur soframın baş köşesinde; iki sandalyeden birinde ben, öteki sahibini bekler.
Bir yandan rengârenk boyalar hazırlarım irili-ufaklı kutular içinde, fırçalar yıkarım; kâh kendimi süslerim, kâh dünyayı…
Hem düzenli hem karmakarışığımdır, hem toz içinde hem tertemiz…

Duvar’ım ben.
Ne kadar sağlam olsam da, bütün güvenilirliğim kapıya bağlıdır. O açıldı mı bir kez, benim hükmüm kalmaz. Yine de hep dik dururum, o kapı açılmadıkça beni kimse aşamaz. Ne içeri girebilir biri ya da bir şey, ne dışarı kaçabilir.

Dışarısı’yım ben.
Bütün gücümle yükleniyorum bu kapıya. Olanca kötülüğümle, acımasızlığımla, dertlerimle, sorunlarımla… ve olanca sağlığım, güzelliğim, iyiliğim, şaşırtmacalarımla. Biliyorum ki varlığımın tüm anlamı o kapının ardındakilere bağlı, onlarınki de bana.
Yani kilit de o kapıdır, anahtar da…

Ben, bu kadın’ım.
Bu kapı, bu duvar, içerideki ve dışarıdaki her şey, benimle ilgili, bana ait. Ben de herkese ve her şeye, hepsine aitim. Birimiz olmadan diğerinin anlamı yok.
Otururum, bir elimde boya kutusu, bir elimde fırça, bu evrendeki varlığımı resmederim duvarıma.
Küçük fırça darbeleriyle duvarı ve kapıyı, o duvarın ve kapının gizlediği iç dünyamı ve dışarıda kalan herkesi-her şeyi süslerim.
Hepsinin görünen-görünmeyen ne güzellikler içerdiğini anlatmak için.
Hepsinin olduklarından daha da güzel olabileceğini anlatmak için.
Hepsini güzelleştirmeye bir boya kutusu ve bir fırçanın yeteceğini göstermek için.
Yaşamın, biz ona nasıl bakarsak ve ne katarsak o olduğunu bir kez daha, bir kez daha haykırmak için.

Ben. Bu kadın. 
Ne kapımdan vazgeçerim, ne duvarımdan; ne boyamdan vazgeçerim, ne fırçamdan.