Ve bir gün onun başlamasını beklerken de bir ikincisi
dikkatimi çekti: “Falling Skies”.
Falling Skies, şu bildiğimiz ‘uzaydan gelen garip yaratıklarla
mücadele’ dizilerinden. Yani hiç oturup da izlemeyeceklerimden…
Fakat, Zoo’nun etkisiyle olacak, bir- iki bölüm izlemeye
karar verdim, o kadarı da yetti zaten.
Uzaydan gelmiş dev boyutlu metalik ‘efendi’ler ve onların
kölesi olan 6 mı, 8 mi neyse, çok bacaklı, çirkin ötesi birtakım yaratıklar…
Metalikler, kölelerini kullanarak insanları, özellikle de
çocuk yaştakileri kaçırıyor. Omuriliklerini boydan boya kaplayacak organik gibi
ama ışıkları da yanıp sönen bir ‘şey’ monte ediyorlar. Ve ondan sonra da o
insanları istedikleri gibi kullanıyorlar. Özellikle de yine insanlara karşı.
Amerika’nın -tabii ki- sağ kalıp yıkıntılar arasında
yaşamlarını sürdürmeye çalışan kahraman yurttaşları da kendi çaplarında bir
araya gelip bunlarla mücadele ediyor.
Ne kadar da ilginç, değil mi?..:)))))
Ama dedim ya beni bunu izlemeye iten Zoo oldu diye…
Zoo’nun öyküsü, günün birinde, Dünya’nın birbirinden çok
farklı ve uzak köşelerinde, birbirinden çok farklı türlerdeki hayvanların hemen
hemen aynı anda insanlara karşı harekete geçişleri…
Rio’yu işgal eden yarasa sürülerinden tut da, Paris’te bir
evin mutfağına kadar giren ayıya, Bombay’a dehşet saçan maymunlardan Amerika’da
hapishane basan kurt sürülerine kadar pek çok olay…
Bunun nedenini çözmeye çalışan bir ekip, bir ilaç firmasının
kullandığı feşmekân maddesine bağlama çabaları vs… Şimdilik öykü sürüyor,
nereye-neye bağlayacaklar bilmem.
Bu iki diziyi bir araya/yan yana getirince, büyük bir
benzerlik fark ettim.
Fark ettim dediysem, bana öyle geldi yani. Benzerlik varmış
gibi geldi yani.:)
Her ikisinde de, gerek zihinsel yetenek gerekse sahip olduğu
silâhlar bakımından üstün ve dolayısıyla güçlü olan, güçsüz gördüğünü hâkimiyeti
altına almak istiyor. Ezilme durumunda olan da baş kaldırıyor. Ana fikir bu.
Uzaylıların insanları köleleştirme, kendi hemcinslerine
karşı kullanma, boyun eğmeyeni yok etmesi bir yanda…
Hayvanları evcilleştiren, onları ya işe koşan ya da eğlence
malzemesi yapan, hatta zevk için öldüren insan öbür yanda…
Ne fark var?
Falling Skies’ı yazan-yapanlar öyle bir noktadan mı yola
çıktılar, Zoo’yu yapanlar ne düşündü, bilmiyorum. Ama, ne fark var yine de?
Şu da geldi aklıma:
Dünya’ya gelen uzaylıları hep son derecede çirkin, hatta
iğrenç hayal etmek… (O da bizim estetik anlayışımıza göre tabii ya, haydi artık bunu
da kurcalamayalım.)
Onların buraya gelirken ille de ve ancak bizi –özellikle de
insan soyunu- tüketmek amacında olabileceklerine inanmak/inandırmaya çalışmak…
Peki, insanoğlu bu hayalleri böyle kurarken, kendinden yola
çıkıyor olmasın?
Bütün kötü-zalim-yıkıcı-yok edici yanlarını dış dünyalardan
gelenlere yüklemekle kendini aklamaya daha doğrusu vicdanını susturmaya
çalışıyor olmasın?
Haydi bırakalım avı-avcıları, hayvanat bahçeleri, sirkler,
kafesler, ‘çiftlik ve ev hayvanları’ da insanın ‘tahakküm’ dürtüsünün sonuçları
değil mi?
Hayvan dövüşleri tertiplemek, insanın kendini izlemesi değil de ne?
Ya savaşlar?
İnsanoğlunun kendi türdeşlerine ettikleri az mı? Kendinden
zayıf olan ya da öyle varsaydıkları/sandıkları üzerinde de güç denemesi
yapmıyor mu?
Ülkeler ülkelere, milletler milletlere, o dinden olan bu
dinden olana, o ırkın çocukları öbürününkilere……
Daha da küçültelim ölçeği:
İkili ilişkiler pek mi farklı?
Birinin diğerine uyguladığı üstten bakma, eleştirme,
yargılama, kendine benzetmeye çalışma gibi tutumlar da aynı dürtüden
kaynaklanmıyor mu? ‘Hükmetme’ arzusundan?
‘Birliktelik’ten ‘sahip olmak’ı anlamak, farklı bir şey mi?
Yani demem o ki sevgili dostum, Falling Skies’ın metalik
devleri haksızsa eğer, demek oluyor ki Zoo’daki hayvanlar haklıdır.:)
Yani, bir sorun varsa, o kimsede değil, insandadır…
Ve bu çıkarıma katılıyorsan, sen sen ol kimseyi hırpalama,
kimseye üstten bakmaya kalkışma.
Çünkü her insan, senin kadar ‘insan’. Ne daha iyi, ne daha
kötü. Ne daha değerli senden, ne daha değersiz.
Yine de ‘farklı’ mısınız? Ne güzel işte. ‘Sahip’ olma, efendilik
taslama, birlikte zenginleş o zaman.
Sevgiler sana….