Bilinçli
ya da değil, bir şeyleri sürekli birbirine karıştırıyor ya da gözden
kaçırıyoruz gibi geliyor bana.
Toplumda
gördüğümüz birtakım olumsuzluk-hata-yanlış-suç gibi durumları dönüp dolaşıp
bugünkü iktidara mâlediyoruz.
Taciz-tecavüz vb. olaylarından tutun da Kürt illerinde yaşananlara kadar.
Sorumluluklarından kaçmanın bir yolu da bu oldu gibi sanki...
Oysa bunların
hiçbiri yalnızca bugünün, son 13-14 yılın gerçekleri değil.
Taciz de,
tecavüz de, ensest de, aile içi şiddet de, insan hakkı ihlâlleri de, kitlesel aşağılama ve zulüm de;
bunlara karşı sessiz-duyarsız kalmak da, tepkisizlik de ezelden beri vardı,
şimdi de var. Toplumun her kesiminde var üstelik.
Neden kimsenin
sesi çıkmıyordu?
Öncelikle
olayların mağduru olanlar ya da tanık ve yakınları dışında pek kimsenin haberi
olmuyordu.
Ama hepsi
bu kadar değil.
İster ‘Dinî
öğreti’ isterse o lânet olası sakat ‘Terbiye anlayışı’, en azından bunları
dillendirmeye engel oluyordu.
“Kol kırılır,
yen içinde kalır,” denen o şahane ‘terbiye’!
“Kan
kusup kızılcık şerbeti…..” muhabbetinin hastalıklı egemenliği!
En basit
bir örnek size:
İlkokul
5. Sınıfta, taşınma sonucu uzaklaştığım okuluma otobüsle gitmek durumunda
kalmıştım.
Kızılay-Aşağı
Ayrancı arasındaki hatta her gün aynı saatteki o otobüse binen ve her gün yolculuk boyunca otobüste olan ne kadar kız çocuğu varsa dayanarak-sürtünerek taciz
eden bir adamla birlikte.
Elbette,
kaçınılmaz olarak, kurbanlarından biri de bendim.
Ankara’nın
bu kadar kalabalık-karmaşık olmadığı, otobüs sefer sayısının sayılı olduğu zamanlar...
Her gün o seferle yolculuk eden kimseler de hep aynıydı.
Ve elbette
hepsi bizleri de en azından göz aşinalığı boyutunda tanırdı, o adamı da.
Okul
çıkışı o otobüse binmek üzere durağa her gidiş, otobüse her biniş kâbus
gibiydi. “Oturmak zaten mümkün değil ama arka sahanlıkta falan bir köşe bulsam,
en azından sırtımı sağlama alsam…” kaygısı... Adamı görüp yaklaştığını
izlerkenki yürek çarpıntısı, korku…
Kimseye
bir şey söylemedim, söyleyemedim.
Neden mi?
Çünkü o otobüste
her gün bizimle birlikte gidip-gelen insanlardan biri, ilaç için bir tek tanık bile, yalnızca izlemekle yetinmeyip “Hop!” demedi bu sürekli duruma. Kimse çıtını çıkarmadı.
O ‘Büyükler’
bir tek kelime etmezken bana/bize de susup kendini kollamaya çalışmaktan
başkası düşmüyordu çünkü.
Utanan
sadece bizlerdik çünkü. Yani o sapığın küçük kurbanları.
Evde,
anneme söyleseydim ne olurdu?
Bir daha
o otobüse binmememin bir yolu bulunurdu büyük olasılıkla ve o adamın da bir
kurbanı eksilirdi, bu kadarla kalırdı.
‘Kırılan
kol’ bizdik yani, yen de A.A.-Kızılay otobüsü ahalisi.
İşte
böyledir bu millet.
Eskiden
de böyleydi, hep böyle.
Peki
şimdi değişen ne?
Aslına
bakarsanız ülkenin pek çok yerinde çok da değişiklik yok bence. Kollar kırılmaya,
yenlerin içi ağzına kadar dolmaya devam ediyor çok yerde.
Değişense,
bu koca toplumun sadece bir kısmının, olan-bitenden daha fazla haberdar olmaya
başlaması... Sosyal medya sayesinde olayların hızla duyulması... Ayrıntıların ardı ardına ortaya serilmesi.
Bir de
tabii en önemlisi, artık bugünün kız çocuklarının ‘büyükler’inden bir şey
beklememeleri gerektiğini nihayet öğrenmeye başlamış olması. Bilinçlenmesi.
İtirazın
sesinin yükselebilmesi.
Diyanet’in
şu meşhur ‘fetva’sının yeni bir şey olduğuna inanıyor musunuz sahiden?
Tamam,
kabul edilemezdi. Ama iyi düşünün, böyle açık cümlelere dökülmese de, zaten
anlayış ve pratik bu, değil mi?
Memleketin
dört bir yanında kız çocukların babalarının-ağabeylerinin tacizine uğraması
için Diyanet’in fetvasına kim ihtiyaç duyuyor ki?
O metin,
hâkim anlayışın o pedofillerin yüreğine bir su serpmesi, “Rahat ol, zaten dinimiz
de buna bir şey demiyor, devam et, keyfine bak,” demesinden başka bir şey
değil. Toplumun böyle olaylara vermesi muhtemel tepkilere karşı bir önlem,
sadece. Sonraki açıklamalar falan da zevahiri kurtarmaya, daha doğrusu zihniyetin üstüne yeni bir örtü sermeye çalışmaktan ibaret. El kadar kız çocukların koca koca adamlarla(=pedofillerle) evlendirilmesine cevaz verenler, başka nasıl düşünüyor olabilir ki zaten?
Yani asıl
değişen, bu toplumun bugüne kadar kenarda duran o “sessiz onaylayıcı”larının şimdilerde
yüksek sesle konuşarak kendilerini açık edecek mevkilere gelmesidir.
Yani sorun
bazı pedofiller genel müdür olmadıkça ve/veya Diyanet fetva vermedikçe bu
toplumun pedofiliyle ciddi bir çatışmasının olamamasıdır.
Yani sorun
mevcut iktidarın yeni pedofiller üretmesi değil, zaten var olan pedofiliyi
sorun etmeyenlerin iktidarda olmasıdır.
Çünkü sorun
bir pedofilin falanca kurumun genel müdürü olması değildir; genel müdür
olsun-olmasın bu toplumda pedofillerin geçmişten beri var olmasıdır.
Bu iktidar
onları yakalasa bile cezasız mı bırakıyor?
Evet. En
azından genel müdür olanlar için, evet.
Peki,
daha önce nasıldı bu işler?
Bilmiyoruz
ki…
Bu toplumun -bir kısmının- pedofiliyle bugünkü gibi bir mücadelesi yoktu ki…
Cezasızlık,
günümüzün en önemli sorunlarından biri, tamam. Ve bunu doruğa çıkartan da bu
iktidar. Üstelik yalnız bu değil, hemen her konuda.
Yine de
dikkat etmemiz, gözden kaçırmamamız gereken bir şey var:
Olmayan suçun
cezası da cezasızlığı da olmaz.
Ve eline-beline
hâkim olan ahlâklı biri de ne nasılsa din hoşgörüyor diyerek 9 yaşındaki kızına
hallenir, ne de cezasızlığa güvenerek.
Bu toplumun
asıl sorunu iktidardakiler değil, toplumun bütünündeki ahlâk -ya da temelde cinsellik- sorunudur.
O
otobüsteki tek suçlu o sapık değildi, her gün göz göre göre küçücük kız
çocuklarının taciz edilmesini izlemekle yetinenler de aynı suçun ortağıydılar.
Bu kadar
basit.
Ve bu
iktidar ahlâkımızı bozmadı, iktidar olarak ahlâksızlığımızın boyutlarını ortaya
çıkardı. Artık yüzleşmekten kaçamayacağımız kadar açığa.
Bu iktidarın
bir özelliği belki de şudur:
Bütün çağdışılıkları,
çağın gelişmeleri yüzünden/sayesinde ayan-beyan ortada.
Bu toplumun
bütün geleneksel suçlarını bunlar da fazlasıyla işliyor(Kürt illerindeki durum
da farklı değil); en önemli fark onların eskilerden daha pervasız, bizim ise her
adımlarını anında görebiliyor, gözleyebiliyor olmamız.
Tüh!
Şansa bak!