15 Eylül 2016 Perşembe

ÇIKIŞ

Hani o “Bunalıyorum,” var ya… O “Daraldım,”, “Patlayacağım artık,”lar falan…

Bir an için dur. Derin soluklar al. Derin… Derin…
Gevşer gibi oldun mu?
İyi. Şimdilik bu kadarı bile yeter.

Haydi düşün biraz: Nereden, nasıl girdin bu dolaşık yumağın içine?
Kim soktu bu çıkmaza seni?
Gerçekten, yaşamı böyle bir kısır döngüye dönüştürmeyi kim becerebilir, insanın kendisinden başka?
Senden başka kim bu kadar sıkı bağlayabilir elini-kolunu?

Peki, kurtulmak mı istiyorsun bundan?
Evet, haklısın, kurtulmalısın da. Acilen.

Dışarıda başına gelebilecek her şey, bir labirentin içinde çıkışı bulacağım diye oradan oraya dönüp durmaktan, soluksuz kalmaktan daha iyidir. Çünkü orada her ne çıkarsa çıksın karşına hazırlıklısındır, bir çaresini arar, bulursun.
Bulamayabilir misin? Elbette. Ama bir anlamı olur o çabanın da.
Onca zaman, kan-ter içinde duvarlara toslaya toslaya boş yere dolanmaktan bin kere iyidir.

Hem, unutma, sen ördün elceğizlerinle o duvarları; yine ve ancak sen yıkabilirsin.

Hiç de zor değil.

Meselâ şöyle:

 :))))))

İşte böyle.

Sevgiler sana… Çok…


(Karikatür: Marco Melgrati)



9 Eylül 2016 Cuma

AĞAÇ

Ben, bir ağaç’ım.
Uzun kış günlerinde çırılçıplak, sessizce beklerim.
Baharla birlikte şöyle bir silkinirim, doğrulurum, yeniden tomurcuklanır, yeşillenirim.
Günü gelince çiçeğe dururum, sonra onları olgunlaştırıp meyveye dönüştürürüm.
Benimle işte asıl bu zamanda ilgilenir insanlar. Birden, çiçeklerimin fotoğraflarını çektikleri günlerden çok daha fazla kıymete binerim. Dallarıma asılır, aşağıya çeker, kopartıp yerler meyvelerimi.
Esirgemem, yüksekte kalıp da yetişemediklerini iyice olgunlaşınca dökerim ki olabildiğince yararlansınlar. Ne yani, kendim yiyecek değilim ya…
Ha, bir de yağmur başladığında gözlerine takılan ilk sığınaklardan biriyimdir. Hoş, güneş açar açmaz çoğu başlarını bir kere bile çevirip bana bakmadan yürüyüp giderler ya, olsun varsın.
Hatta o rahatça toplasınlar diye yere döktüğüm meyvelerin parlak-şık ayakkabılarını kirlettiğinden şikâyet edenler bile çıkar.
İnsanlar böyle, ne diyebilirim ki? Canları sağ olsun.

Ben bir ağaç’ım.
Eh, ben de yorulurum.
Gücüm azalır, önce sararan yapraklarım giderek kızarır, kurur. Daha fazla taşıyamam onları, dökülürler.
Kimi uçup gider, uzaklaşır çevremden, kimi toprağıma karışır, yeniden bana döner, beni besler.

İşte böyle bir döngüdür hayat.

Ben, bir ağaç’ım.
Dallarım üzerindeki meyvelerin ağırlığından eğildiğinde de, kupkuru dallardan ibaret kaldığımda da, bir ağaç’ım ben.

Bütün ağaçlar gibi beklemeyi bilirim.
Baharı-baharımı, insanları-insanımı beklemeyi bilirim.
Beklerim.

Ben, pıtrak gibi çiçeklenmemi sağlayan güneşi de, taze yeşilden kuru kahverengiye dönüşen yapraklarımı da, köklerimi bile titreten soğuğu da unutmuyorum. Ve hepsiyle birlikte hâlâ ayaktayım, hayattayım.
Ya sen?
Ben, baharımın yine geleceğini biliyorum, buna yürekten inanıyorum, o sayede yaşıyorum.
Ya sen?










Bak, şu aralar kupkuru olan dallarımın seni ve herkesi yağmurdan koruduğu yemyeşil günleri hatırlatmak için şemsiyelerle donattım kendimi.

Nasıl, bu giysimi beğendin mi?
Sana da baharı hatırlattı mı? 
O ılık, umut dolu günleri, hatırlattı mı?












Ben, bir ağaç’ım.
Beklemeyi bilirim: Bahar’ımı.


Sevgiler sana.