Bu ‘sosyal paylaşım’ alanları var ya…
Öyle çok insanın iç
dünyasını, takıntılarını, açmazlarını, ihtiyaçlarını ve gizlemeye
çalıştığı/gizleyebildiğini sandığı özelliklerini açığa çıkartıyor ki…
Birkaç hoş sözle gerçek
hayatta başaramayacağı yakınlıkları kurabileceğini sananlar…
Yüz yüze gelse selâm
vermekten bile çekineceklerine ‘enseye tokat’ düzeyinde cümleler kurabilenler…
Kendilerine kibarlıkla
açılmış kapıların ardını 'varolma alanı' olarak algılayanlar…
İçlerinde bastırılıp kalmış
arzuları sanal yolla tatmine çalışanlar…
Yalnızca kendince küçük
oyunlar peşindeyken beklemediği bir ciddiyetle kabul gördüğünde paniğe
kapılanlar…
İlk 'merhaba'ya karşılık aldığında hemen 'sen' boyutuna geçiverenler...
İlk 'merhaba'ya karşılık aldığında hemen 'sen' boyutuna geçiverenler...
Nezaketle verilmiş bir selâmı
‘buyur, yatağımı açtım sana’ diye algılayan erkekler…
Ve nezaketle verilmiş bir
selâmı yatağına talip olmak gibi algılayan kadınlar…
Her iki durumda da meseleyi
yanlış anladığını fark ettiği anda küstahlaşanlar, saldırganlaşanlar…
Her iki durumda da meseleyi
yanlış anladığını fark etse de yüzsüzce aynen devam edenler…
Bir yandan en kaba küfür
sözlerinin kısaltmalarıyla kendine bir çeşit ‘delikanlı’ kişilik biçip, aynı düzeyde
karşılık gördüğünde bir anda ‘namus/edep kumkuması’ kesilen kadınlar…
Kendince pek kibar yöntemleri
olduğunu düşünerek kadınlara tam tabiriyle arsızca ‘sulanan’, bunu nazik
uyarılarla reddedilmesine rağmen ısrarla sürdüren, bıçak kemiğe dayanıp
şiddetli tepki görünce de asıl kendisine yanaşılmış numarasına yatan erkekler…
Kullandığı alanın sanal’lığına
güvenip klavyesinden çıkanı gözü görmeyen, tepki aldığındaysa köşe başında kıstırılıp
dayak yemiş mağduriyeti oynayanlar…
Daha neler, neler…
Bilgisayarın başından kalkıp
sokağa çıktığında hiçbirini yapamayacağı ya da yapılmasına izin vermeyeceği
şeylerle sürekli hemhâl olanlar yani…
Yenilgilerinin,
başarısızlıklarının, anlaşılamamışlığının, yetersizliklerinin… uğradığı
ihanetlerin… terkedilmişliğinin… terketmelerinin… hatalarının… kendisine karşı
yapılan hata ve haksızlıkların… görülememiş hesapların… yaşanamadığından içinde
ukde kalanların… ve daha pek çok insan halinin acısını çıkaramamışların hayatla
ve insanlarla hesaplaşma alanı, ‘sosyal paylaşım siteleri’…
Haberleşme, örgütlenme,
bilgi-belge aktarımı gibi konularda olağanüstü imkânlar sunduğu ve bu
kanallardan böyle yararlananların hiç de az olmadığı kesin.
Yine de, belki en az bunun
kadar, ‘özel’ yaşam ve durumlarımızı etkilediği de bir gerçek…
‘Sosyal’ ve ‘Paylaşım’…
Her ikisi de gerçek yaşamdan
alınmış iki kavram.
Ve galiba, gerçek yaşamda
elde edemediğimiz fırsatları burada kullanalım derken, oraya ait ve orada
kalması gereken bazı konuları fazlasıyla taşıyoruz buralara.
Gerçekle sanal birbirinden
çok farklı koşullar ve özellikler taşırken, ikisini birbirine karıştırmakta
sakınca görmüyoruz.
Bir türlü göremiyoruz, nasıl
kendimiz burada gerçek hayattakinden farklı durabiliyorsak karşımızdakiler de
öyledir. Ve geliştirdiğimiz sanal ortama özgün tutum ve davranışların karşılığı
da kuşkusuz öyle olacaktır.
O halde burada
yaşadıklarımızı gerçek hayatta öğrendiğimiz değerlerle tartamayız; tartarsak
yanılma ve hayal kırıklığı kaçınılmazdır.
Bugün bunları yazmaya beni
iten nedir dersen, sevgili dostum, birbirine paralel yürüyen iki ayrı olay/durum:
Biri, bir dostumun yaşadığı,
öbürü benim başıma gelen iki olay…
O dostumun ne zaman ne
yazıp-söyleyip de öyle bir tepkiyle karşılaştığını bilmiyorum. Ama açıkça,
ortalık yerde bir çeşit ‘taciz’le suçlandı. Tanıdığım kadarıyla bunu hak edecek
bir düzeye inmiş olamaz. Buna inanmam.
Muhatabınıysa biraz
izlemişliğim var; ‘yazışmanın gizlenebilirliğinden’ pekâlâ yararlanıp böyle bir
durumdan kendine ‘bakın, beni taciz ediyor,’ gibisinden bir acıklı övünme(!)
payı çıkarabilecek biri gibi geliyor bana.
Öte yandan bir de şu var ki
biz kadınlar öyle çok muhatap oluyoruz ki birtakım gerçek ‘taciz’lere, kendimize
göre bir savunma mekanizması geliştirmemiz de doğal.
Çünkü bak sevgili dostum, aynı
süreçte, hiç tanımadığım bir ‘sanal ortam arkadaşı’, mesajlaşma yoluyla
neredeyse midemi bulandıracak bir biçimde ‘asılıyor’. Ve bütün nezaketimle
bunun bana göre olmadığını anlatmaya çalışmam bir işe yaramıyor. Yaşını-başını
almış bir adam, sanal ortamda mesaj yöntemiyle ‘oynaşma’ peşinde.
Değil tanımak-yüzünü görmüş
olmak, doğru dürüst ‘yazılı’ bir merhaba’m bile olmayan biri bana ısrarla böyle
davranma cesaretini bulabiliyor. Onu ya da bir başkasını buna çağıracak, şu
tartışmalı deyişle ‘müsait’ olduğum izlenimini verecek hiçbir
tutumum-davranışım-sözüm yokken hem de…
Ne yaparım? ‘Engellerim’,
gider. Tabii, bu kadar kolay, çünkü burası böyle bir ortam.
Kaldı ki bu, karşılaştığım bu
biçimdeki ilk olay da değil.
İyi de, ben hayattan bunu
öğrenmemiştim ki…
Yok ki öyle bir tık’la engelleyip
yoluna devam etmek …
İnsan dediğin, kanlı-canlı
bir varlık. Duyguları var, algıları-tepkileri var. Hem kendine ait hem de
seninle, uzun ya da kısa bir alış-verişi, bir geçmişi var. Gözüne bakabildiğin,
konuşabildiğin, dokunabildiğin, uzlaşabileceğin ya da anlaşamayacağın ama
tartışabileceğin, kavga da edebileceğin sevişebileceğin de, sahici bir varlık
işte.
Sanal âlemdeyse hepimiz yalnızca
birer fotoğrafız/resimiz. Hatta hepimiz bir bakıma birer maskeyiz buralarda.
Öyle olmasa, buna güvenmese,
o kadınlar ve o erkekler, bu kadar rahatça, kendilerine engel olma zahmetine
bile girmeden sergileyebilir miydi bütün o hırslarını-hınçlarını-zaaflarını-açlıklarını?
Demem o ki sevgili dostum, ‘sosyalleşme’nin
ve ‘paylaşım’ın gerçek hayattaki karşılığı ile buralardakini ayırt edemediğimiz
sürece canımız çok sıkılacak demektir.
Hem de boş yere, anlamsızca,
gereksizce.
İnsan, dışarıda. Sokakta,
evde; karşımızda, yanımızda.
Asıl değerlendireceklerimiz
onlar. Sahici olanlar.
Söz, gözümüze bakarak,
yüzümüze söylenen.
Asıl dinleyeceklerimiz,
anlamı olanlar onlar.
Ötesi?
‘Sanal’ işte, daha ne?
Sevgiler sana, yine…Hem sevgiler, hem de saygılar....:)))
(Dijital resim: Adam Martinakis)