“sudan çok korkardı.
yine de, köpürerek akan çılgın nehre, gözünü kırpmadan atladı.
daha da korkutucuydu çünkü boğulmak o derin sessizlikte.”
Bir zaman böyle bir şey yazmışım; eski yazılar
arasında bir bölüm ararken karşıma çıktı yeniden.
Aslında aradığım, ‘arayış’ konusundaki bir
bölümdü. Birkaç yıl önce yazdığımı hatırladığım bir yazıdan. Ama bu sözü bulunca,
gerek kalmadı sanki daha fazlasına…
Arayış öyle bir
alışkanlık haline geliyor ki bazılarında, aradığını bulduğunda, bunun farkına
varmasını bile engelleyebiliyor.
Gerçekte neyi
aradığını tam olarak bilememekten midir?
Yoksa pekâlâ bilmek,
ama aynı zamanda gerçekleşmesinden de korkmak, yine de aramaktan kendini
alıkoyamamak mıdır yaşanan?
Eğer bulursa, artık
arayacak bir şey kalmayacağını, bu yüzden de bir boşluğa düşeceğini sanmak ve
asıl bundan korkmak mıdır?
Bu sorular
çoğaltılabilir elbet… de, nereye varır?
“Korkunun ecele
faydası yok”a mı?
Tabii ki hayır.
Yani olmamalı…
Yoksa olmalı mı?
Galiba yanıt, aslında
neden korktuğunu belirlemeye bağlı. Ya da hangisinden ‘daha çok’ korktuğunu…
Ortasında boğulup, bir
köşede kuruyup kalacağın o derin sessizlikten mi?
Yoksa gözünü karartıp
içine daldığın o çılgın nehirde tutunabileceğin bir sağlam dal bulmaktan mı?
Sana güvenli bir
soluklanma vaat eden her dalı kırıp sürüklenmeye devam edeceksen, niye atlarsın
o nehre? Neden kurtulmuş olursun ki? Ne elde edersin? Tek aradığın akan suyun
gürültüsü müdür? Bu mudur sahiden? Daha mı iyidir o sessiz köşenden? Öyleyse,
neden birbiri ardına tutar-bırakırsın sana uzanan dalları?
Gün gelir, o bir tutup
bir bıraktığın dallardan biri senin tahmininden de senden de sağlam çıkar, tam
suyun akışında kaybolmak üzereyken seni senden daha sıkı tutar. O dal, senden
farklı olarak ne aradığını bilen ve bulduğunda bunu fark edebilen’dir belki, o
yüzden seni o akıntıdan çekip çıkartmaya çalışır. Olamaz mı?
‘Arayış’ gerçek
anlamına o anda kavuşur işte, amacına o anda ulaşır.
Karar zamanıdır:
Ya sen de ona güvenerek
sıkıca sarılıp karaya atacaksın kendini, ya da sürüklenmeye devam edip sonunda
yine boğulacaksın.
Yani insanı
boğulmaktan kurtaracak olan arayışın kendisi veya sürekliliği değil, ne aradığını
bilmek ve onu bulmaktır.
Gürül gürül akan nehirde
ya da bir odanın sessizliğinde, fark etmez.
“sudan
çok korkardı.
yine de, köpürerek akan çılgın nehre, gözünü kırpmadan atladı.
daha da korkutucuydu çünkü boğulmak o derin sessizlikte.”
yine de, köpürerek akan çılgın nehre, gözünü kırpmadan atladı.
daha da korkutucuydu çünkü boğulmak o derin sessizlikte.”
Demem o ki dostum,
aslolan ‘boğulmalardan boğulma beğenmek’ değil, ondan kurtulmaktır.
‘Arayış’ dediğimiz de
bunun aracıdır, bir yaşama biçimi değil.
Ne kadar güçlü ya da sağlam olduğuna bakmaksızın her gözüne ilişen
dala şöyle bir el atmakla da bulamazsın aradığını. Onları ırgalamaktan-sarsmaktan-kırıp
kopartmaktan başka işe yaramaz; sen de o kıyıdan öbürüne, bir kayadan diğerine çarpa
çarpa, yaralarına yara ekleyerek sürüklenir gidersin.
O nehre, arayışa son verecek
dalı bulmak için atlamalı, onu aramak için.
Boğulmaktan ancak
böyle kurtulunur.
Bak, bir de ne
hatırladım, sevgili dostum:
"Söylediklerimin yarısı beş para etmez; ama ola ki diğer
yarısı sana ulaşabilir diye konuşuyorum," demiş Halil Cibran.
Hah işte, ben de aynı gerekçeyle ve umutla yazıp duruyorum…:)
Sana yine, ‘sevgiler’ diyorum. İyi ol. Sevgiler…:)