22 Mayıs 2015 Cuma

ARAYIŞ


“sudan çok korkardı.
yine de, köpürerek akan çılgın nehre, gözünü kırpmadan atladı.
daha da korkutucuydu çünkü boğulmak o derin sessizlikte.”


Bir zaman böyle bir şey yazmışım; eski yazılar arasında bir bölüm ararken karşıma çıktı yeniden.
Aslında aradığım, ‘arayış’ konusundaki bir bölümdü. Birkaç yıl önce yazdığımı hatırladığım bir yazıdan. Ama bu sözü bulunca, gerek kalmadı sanki daha fazlasına…

Arayış öyle bir alışkanlık haline geliyor ki bazılarında, aradığını bulduğunda, bunun farkına varmasını bile engelleyebiliyor.
Gerçekte neyi aradığını tam olarak bilememekten midir?
Yoksa pekâlâ bilmek, ama aynı zamanda gerçekleşmesinden de korkmak, yine de aramaktan kendini alıkoyamamak mıdır yaşanan?
Eğer bulursa, artık arayacak bir şey kalmayacağını, bu yüzden de bir boşluğa düşeceğini sanmak ve asıl bundan korkmak mıdır?

Bu sorular çoğaltılabilir elbet… de, nereye varır?
“Korkunun ecele faydası yok”a mı?
Tabii ki hayır.
Yani olmamalı…
Yoksa olmalı mı?

Galiba yanıt, aslında neden korktuğunu belirlemeye bağlı. Ya da hangisinden ‘daha çok’ korktuğunu…

Ortasında boğulup, bir köşede kuruyup kalacağın o derin sessizlikten mi?
Yoksa gözünü karartıp içine daldığın o çılgın nehirde tutunabileceğin bir sağlam dal bulmaktan mı?

Sana güvenli bir soluklanma vaat eden her dalı kırıp sürüklenmeye devam edeceksen, niye atlarsın o nehre? Neden kurtulmuş olursun ki? Ne elde edersin? Tek aradığın akan suyun gürültüsü müdür? Bu mudur sahiden? Daha mı iyidir o sessiz köşenden? Öyleyse, neden birbiri ardına tutar-bırakırsın sana uzanan dalları?

Gün gelir, o bir tutup bir bıraktığın dallardan biri senin tahmininden de senden de sağlam çıkar, tam suyun akışında kaybolmak üzereyken seni senden daha sıkı tutar. O dal, senden farklı olarak ne aradığını bilen ve bulduğunda bunu fark edebilen’dir belki, o yüzden seni o akıntıdan çekip çıkartmaya çalışır. Olamaz mı?
‘Arayış’ gerçek anlamına o anda kavuşur işte, amacına o anda ulaşır.
Karar zamanıdır:
Ya sen de ona güvenerek sıkıca sarılıp karaya atacaksın kendini, ya da sürüklenmeye devam edip sonunda yine boğulacaksın.

Yani insanı boğulmaktan kurtaracak olan arayışın kendisi veya sürekliliği değil, ne aradığını bilmek ve onu bulmaktır.
Gürül gürül akan nehirde ya da bir odanın sessizliğinde, fark etmez.

“sudan çok korkardı.
yine de, köpürerek akan çılgın nehre, gözünü kırpmadan atladı.
daha da korkutucuydu çünkü boğulmak o derin sessizlikte.”

Demem o ki dostum, aslolan ‘boğulmalardan boğulma beğenmek’ değil, ondan kurtulmaktır.
‘Arayış’ dediğimiz de bunun aracıdır, bir yaşama biçimi değil.
Ne kadar güçlü ya da sağlam olduğuna bakmaksızın her gözüne ilişen dala şöyle bir el atmakla da bulamazsın aradığını. Onları ırgalamaktan-sarsmaktan-kırıp kopartmaktan başka işe yaramaz; sen de o kıyıdan öbürüne, bir kayadan diğerine çarpa çarpa, yaralarına yara ekleyerek sürüklenir gidersin.
O nehre, arayışa son verecek dalı bulmak için atlamalı, onu aramak için.
Boğulmaktan ancak böyle kurtulunur.

Bak, bir de ne hatırladım, sevgili dostum:

"Söylediklerimin yarısı beş para etmez; ama ola ki diğer yarısı sana ulaşabilir diye konuşuyorum," demiş Halil Cibran.

Hah işte, ben de aynı gerekçeyle ve umutla yazıp duruyorum…:)

Sana yine, ‘sevgiler’ diyorum. İyi ol. Sevgiler…:)