Bir pencereden
bir okul bahçesini izliyorum her gün, farklı saatlerde…
Koşuşan,
top oynayan, birbirini kovalayan çocuklar…
Bağırış-çığırış,
kahkahalar, arada şarkılar-türküler…
Her
bakışta, bir başka pencereden bir başka okul bahçesini izlediğim günleri
hatırlıyorum.
Koşuşan,
top oynayan, birbirini kovalayan çocuklar…
Ve çıt
yok.
Bu eve
gelmeden, biri bana “Yalnız, o evin karşısında okul var, çocuklar kafanı
şişirebilir, ona göre,” demişti.
Yalnızca
gülümsedim ona.
Belli ki
bir okul bahçesinin ve dolayısıyla yakın çevresinin çocuk sesleriyle çınlamasının insana sevinç verebileceğini bilmiyordu, benimle aynı deneyimi yaşamamış olduğundan:
Bir “Sağır-dilsiz
Okulu”na komşu olmak...
Bir okul bahçesinde gülen-oynayan çocukların sessizliğinin neden olduğu iç burkulmasını hiç duymamış olmak.
Bu günleri yaşarken, o eski sızının bile hafif kaldığı bu günleri, bu 'teneffüs'ler daha da bir kıymetleniyor sanki. Şu çocuklar farkında bile olmasalar da.
Bir okul bahçesinde gülen-oynayan çocukların sessizliğinin neden olduğu iç burkulmasını hiç duymamış olmak.
Bu günleri yaşarken, o eski sızının bile hafif kaldığı bu günleri, bu 'teneffüs'ler daha da bir kıymetleniyor sanki. Şu çocuklar farkında bile olmasalar da.
İçimden durup durup “Bağırın bağırabildiğiniz kadar çocuklar,” diye seslenmek geliyor onlara, “Bağırın,
bağıramayan kardeşleriniz için de bağırın, inletin ortalığı.
Kimi sapasağlam
olsa da, koşup oynasa da bağıramıyor, kiminin yaşama sevincini hoyrat eller o ya da bu şekilde ebediyen
kopartıyor ruhlarından, kimiyse daha o bahçelere bile çıkamadan ölüyor-öldürülüyor
bu ülkede.
Bağırın! Avaz avaz, sesiniz kısılana kadar bağırın!”
(Fotoğraf: Ara GÜLER)